Steve Jobs, 1976’da kurduğu Apple firmasının yönetim kurulundan, kendisi istemediği halde 1985 yılında ayrılmak zorunda bırakılmıştır. 1 yıl sonra, o dönem Lucasfilm’e ait olan “Graphics Group” isimli animasyon firmasını 10 milyon dolar bedelle satın alır. Jobs’ın, bu yeni yatırımındaki ilk icraatı, Oakland / California’da bulunan yerleşkede yeni bir bina yaptırmak olmuştur. Mimari ekibin ilk proje tasarımı üç ayrı binadan oluşmaktadır: Yazılımcılar, animatörler ve yöneticiler için 3 ayrı bina… Jobs, projeyi olduğu gibi çöpe atar. Amacının “plansız işbirliklerini teşvik etmek” olduğunu belirten Jobs, mimari ekipten, ortasında geniş bir avlu bulunan tek ve büyük bir bina tasarlamalarını ister. Bina tamamlandığında ise Pixar animasyon firması doğmuş olur.
Pixar’ı yaklaşık 20 yıl yöneten Steve Jobs, 2006 yılında firmayı Disney grubuna 7,4 milyar dolar karşılığında satmıştır. Sayısız başarıya imza atan firmanın farklı kategorilerde toplam 18 kez Oscar ödülü aldığını da belirtelim.
Firmaların stratejik hedeflerini belirleyenler de, uygulayanlar da ve nihayetinde belirlenen hedefe ulaşılmasını sağlayanlar da insandır. Firma denilen kavram insanlardan ibarettir. Biliyoruz ki, bir firmadan iş profesyonellerini çıkardığınızda geriye kalan şey binalar, makineler, diğer ekipmanlar ve diğer finansal değerlerdir. Bu saydığımız sermaye faktörleri, insan kaynağının var olmadığı bir ortamda ne organizasyon, ne planlama, ne üretim, ne de ticaret yapabilir. Nihayetinde tüm bu fonksiyon ve faaliyetleri yürütenler firmanın sahip olduğu insan kaynağıdır. Söz gelimi iyi bir inovasyonu yaratan da, nitelikli bir pazarlama planını ortaya koyan da, bunu satışlara yansıtan da insandır. Bu bakış açısı şu önermeyi doğru kılmaktadır: Firmayı hedeflerine ulaştıran temel faktör, firmanın sahip olduğu insan kaynağının ta kendisidir.
Olağanüstü düzeyde arz fazlasının yaşandığı ve buna bağlı olarak rekabet baskısının muazzam düzeyde olduğu global bir ekonomik yapının içerisindeyiz. Geleneksel anlamda sahip olunan sermaye kaynakları yani bina, makine, teçhizat, finansal varlıklar ve marka, patent gibi maddi olmayan hak ve varlıklar bir firmaya rekabet üstünlüğünü ya da diğer stratejik hedeflere ulaşabilmeyi garanti edemiyor. Çok büyük sermayeli ve yüzyıllara dayalı deneyimi olan firmalar, evlerin garajlarında başlatılan girişimler karşısında cılız kalabiliyor. Bu koşullar altında, güvenebilecek ve firmayı gerçekten başarıya ulaştıracak faktörün ise firmanın insan kaynağı olduğu rahatlıkla söylenebilir. “Rakipler her şeyinizi kopyalayabilir; fark yaratabilen insan kaynağınız hariç...”
Bu noktada kritik başka bir durum ve bunu takip eden başka bir soru karşımız çıkıyor: Evet, her firma doğal olarak insan kaynağına sahip ama bunların tamamı başarılı olamıyor ya da başka bir ifadeyle hedeflerine ulaşamıyor. Dolayısıyla bu insan kaynağının niteliği ne olmalı ki firmayı hedeflerine ulaştırabilmeyi başarabilsin?
Bu soruya cevap verebilmek nispeten kolayken hayata geçirebilmek bir miktar zahmetli duruyor. Cevap şu: Tabana yayılmış ve sürekli şekilde yani sistematik bir şekilde fark yaratabilen çalışanlar. Fark yaratma eyleminin tabana yayılmış olması, tüm çalışanların aynı çaba içerisinde olması; süreklilik ise “fark yaratma” aktivitesinin bir kereye mahsus olmaması anlamlarına geliyor.
Bu yazı dizisinde, neden fark yaratan çalışanlara ihtiyaç duyduğumuzu ve bunu nasıl başarabileceğimizi detaylarıyla ele alacağız ve bir sonraki konumuz “fark yaratma” kavramının kendisi olacak.